Hakkında

Hakkında

SÜREYYA ACAR

1966, Münich, Augsburg’da doğdu.
1985 – 1989  İstanbul Ünversitesi, Fen Fakültesi / Astronomi ve Uzay Bilimleri 4. sınıfta ayrıldı. 1991- 1993 İstasyon Sanat Evi’nde aldığı 2 yıllık İç Mimarlık eğitiminin ardından  mağaza ve ev dekorasyonu üzerine çalıştı. 1993- 1996 yıllarında çocuk odası dekorasyonu ve mobilya tasarımları yaptı.
2002 -2007 Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi / Seramik-Cam Bölümü ve 2015 – İstanbul Ünv. Auzef – Sosyoloji devam…
Seramik Bölümü’nde; Prof.Dr. Jale Yılmabaşar, Prof. Dr. Güngör Güner, Prof. Dr. Tankut Öktem, Şeyma Reisoğlu Nalça gibi alanında duayen hocalar ile eğitimini tamamladı.
Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Seramik Bölümünün yanı sıra seçmeli dersler alarak akademik eğitimini farklı disiplinlerle pekiştirdi. Aldığı dersler;
Resim Bölümü; Kemal Gürbüz Atölyesi Çağdaş Malzeme ve Yöntem Araştırmaları-5 Dönem
Heykel Bölümü; Bihrat Mavitan Atölyesi Takı Tasarım – 3 Dönem
Tekstil Bölümü; Baskı Tasarım – 1 Dönem
2007 yılından itibaren İstanbul, Göktürk’de bulunan atölyesinde sanat çalışmalarına devam etmektedir. Çeşitli eğitim kurumlarında çocuklarla ‘Yaratıcı Sanat’ adı altında çalışmalar yapmaktadır. Bir çok gönüllülük ve sosyal sorumluluk projeleri ile çocuklarla buluşmaya devam ediyor.
Aynı zamanda 2012’de başladığı Boğaziçi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi’nde Yarı Zamanlı Öğretim Görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.
Üniversitede ‘Creative Art with Children-Pred234’ (Çocuklarla Yaratıcı Sanat Etkinlikleri) dersini vermektedir.

SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ

1* 2018, ÇYDD;Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği; Çocuk Sanat Çalıştayı ve Sergisi,

2* 2016, Çocuk ve Gençlik Bienali nde 2015 Mayıs’ta başlayan Eğitim Koordinatörlüğüm sırasında 100 yakın ‘Eğitim Seminerleri ve Bilgi Üniversitesi’nin destek verdiği, Reklam Bölümü Öğrencileri ile 360 derecelik reklam kampanyası çalışmalarımız başkasına mal edilmiştir. Bienal Direktörünün bu yaklaşımı sonucu Küratör dahil ekip olarak Bienal’in açılışına 1 hafta kala 10 Nisan 2016 istifa etmemize vesile olmuştur. Kayıtları mevcuttur.
11 ay boyunca yapılan Gönüllülük Projesi.

3* 20 Kasım 2015, Sultanbeyli Kızılay Toplum Merkezi

Suriyeli Çocuklarla ‘Çocuk Hakları Haftası’nda ‘Oyun Hakkı’ teması işlenerek duvara resim çalışması yapılmıştır.

4* 2014, Göktürk, Turgut Özal İlköğretim Okulu

Okul Duvar projesi, Açık Atölye ekibimle 1 ay boyunca çocuklarla dersliklerde duvar ön çalışması yaptık.Daha sonra tüm çalışmalar duvara resmedildi. Seramik ve Mozaikler monte edildi.

5* 2012, Açev Öğretmen Eğitimi / Koç Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesi Öğretmen adaylarına okul öncesi 3 hafta boyunca uygulamalı yaratıcı sanat eğitimi vermiştir.
Okulöncesi Çocuk Sanat için 360 Etkinlikli Proje Dosyası hazırlamıştır.

6* 2011, Göktürk Mahallesi Meydan Sergisi, ‘Sokakta Sanat’

Mahalle çocukları dezavantajlı gruplarla ile 2 hafta boyunca haftasonları açık havada sanat çalışmaları yapıldı.Daha sonra Turgut Özal İmam Hatip İlköğretim okulundan 1 sınıfı da çalışmaya dahil ettik. 2 haftanın sonunda 2 günlük açık bir sergi alanı oluşturduk. Tüm mahalle sergi esnasında da sanat çalışmalarına devam ederek çok eğlendi.

En büyük kazanım bir sonraki seneler bu okulun bu etkinliği her sene öğrencileri ile devam ettirmesi oldu.

7* Sarıyer- Zekeriyaköy merkezli kurulan Açık Atölye etkinliklerini Göktürk bölgesinde başlattı.

2013 – 2014 – 2015 – 2016 yıllarında senede bir defa yapılan açık atölyelerle yaşadığımız mahalleliyi sanatla buluşturmak amacı ile düzenlediğimiz etkinlikler.

Süreyya Acar’ın Sanatı Üzerine / Emre Zeytinoğlu

Sanat elbette enformasyon değildir; sokaktaki olayları nakletmek onun ilgi alanının çok uzağındadır. Gazeteler, televizyonlar, internet kanalları, telefonlar, tabelalar, bir yerden bir yere sürekli haber yayarlar. Ama tümünde de eksik kalan bir şey vardır. O da, o olayları yaşayıp nakledenin eksikliğidir.

Her ne kadar olayları nakleden kişi tam o anda ve o yerde bulunmuşsa da, onun verdiği enformasyon asla kişinin kendisini yansıtmaz. Bu enformasyon ya çıplak bir görüntü ya da anemik bir dildir. Bir görüntü nasıl kendi gerçekliğine özdeş olamıyorsa, dil de bir takım kodlar arasında sıkışıp kalır. Her görüntü hakkında bir şeyler söylemek isteriz; görüntü salt kendisi olmadığı için… Gördüğümüz şeyin, deneyimlediğimiz olayın içindeyizdir çünkü…

John Berger (Merleau-Ponty’den esinlenmeyle) “eğer karşıki tepeyi görebiliyorsak, bizim de oradan görülebileceğimizi bilmeliyiz” der. O halde karşımızda duran tepeyi aynen resmetmek, o tepe ile ilgili kendi yargılarımızı yansıtmaz. O yargılar ayrıca anlatılmalıdır. Ne var ki dil de, yalnızca sözcüklerin bize ulaştırabildiği kısıtlı anlamlar arasında dönüp dolaştığı ölçüde, yargılarımız için yeterli olmayacaktır. İşte o zaman, Adorno’nun söylediği biçimde “estetiğe güvenmekten başka çaremiz kalmaz.”

Sanatçı görür; olayların ve onun görüntüsünün tanığıdır. Oysa sanatçının durumunu böyle tanımlayamayız. O sanatçı, olayların ve onun görüntüsünün bizzat kendisidir de… Böylece sanatçı, yansıtmaktan öte bir iş yapmaktadır: Olayları görmekte ve her şeyi kendisinin üzerinden anlatmaktadır. Yani o, olayları gördüğü kadar, olaylar da onu içermektedir (Ponty, “sanatçı kendisini dünyaya atar” der). Demek ki bir sanatçının olayları yansıtması, medyanın ya da tabelaların yansıttığı biçimden ayrıdır. Onun yaptığı şey, olaylar üzerine kimi temsiller oluşturmak değil, özgün imgeler yaratmaktır. Ve imgeler ise, olayların çıplak görüntüsünden öte, sanatçının o olaylar üzerine anlatmak istediklerinin de görüntüsüdür: Bir bakıma, olayların sanatçıyı içermiş halidir.

Şimdi Süreyya Acar’ın yapıtlarına baktığımızda, burada yazdıklarımız bağlamında, onun ilk aşamada estetik olanakların yakalanabilmesi adına büyük çaba gösterdiğine tanık oluyoruz.

Öğrencilik döneminden başlayarak günümüze gelinceye kadar geçen sürede, sanat disiplinlerinin hemen tümü ile ilgilendiğini ve geniş bir malzeme skalasında gezindiğini de görüyoruz. Bu, sanat alanında bir macera yaşamak arzusu ile açıklanamaz. Anlamamız gereken, Süreyya Acar’ın kendisini “dünyaya atma” isteğidir.

Olayların enformasyonunu oluşturmaktan sakınan, bunun yerine o olayların kendisi ile doğrudan bağını kurmayı hedefleyen sanatçı, her sanatsal disiplinin “dil”ini ve elbette malzemesini, kendi “varlığı”na dönüştürmeyi deniyor. Aslında, estetik bir görüntü yaratma niyeti taşıyan birçok sanatçının çabasına benzer bir çabadır bu; bu yüzden de Süreyya Acar için bunları dile getirmenin pek fazla bir ilginçliği yoktur. Fakat asıl söylenmesi gereken, onun siyasi kişiliği ile duygusal yönünün, estetik bağlamda birleşmiş olmasıdır.

Gündelik akışa sızmış kültürel etkiler, sert siyasi olayların neden olduğu toplumsal travmalar ya da özel yaşama dair duygular, Süreyya Acar’ın yapıtlarında bir arada algılanır. Sanatçının üzerine bastığı sanatsal temel, tüm bu durumları imgenin ve onun malzemesinin karakterine aktarır. Enformasyonun sınırlayıcı ve empoze edici tavrını kırmak niyetinin kesin bir göstergesidir bu… Son olarak da şunu belirtelim: Eğer kültürel, siyasi ve özel / duygusal yaşamın estetik temelde birbirine yaklaştığını, hattâ birleştiğini söylüyorsak, buradan çıkartabileceğimiz sonuç, bu konuların birbirlerinden kopmadığı ve “insan” faktörü ile özdeşlik sağladığıdır.

Zaten sanat yapma eyleminin “çekirdeği” de bunun bir konsantresidir. Böyle bir saptama (örneğin) kimi siyasi olayları ve toplumsal travmaları basitleştirmek ya da daha açık bir ifadeyle duygusallığa “indirgemek” anlamını ortaya koymaz. Tam tersine, o olayların etkilerini ve öncelikle de “tek insan”a dair yönlerini, o “tek insan”a geri vermektir.

Hiçbir olay bazı kültürel ve siyasi metinlerde bize anlatıldığı üzere, salt enformasyondan ibaret değildir ve “insansızlaşma” ile özdeşleşmemiştir; o metinler içine “tek insan”ı yerleştirmek de estetiğin işidir.
Süreyya Acar’ın sanata dair çabası, tümüyle bu kadim sorumluluğa bağlanmalıdır.