E. Seda KAYIM / 05 Şubat 2010
Karşı Sanat’ta görülebilecek “Yemek” sergisi, insanın neyle yaşayacağına ve yemek yerken nesnenin özneleşmesi sorunsalına dair cevaplar arıyor; sergideki kelle-paçalar ile ise “elin karanlık yüzü” meydana seriliyor. Sanatçının “Yemek” İle İmtihanı…
“Biz derdimizi bu kez ocağa ve tencereye değil, tuale, çamura, negatife ve saydama döktük… Tuzunu, biberini eksiksiz kattık; görkemli yemekler yaptık.” Karşı Sanat’taki “Yemek” isimli serginin tanıtımı bu cümle ile başlıyor. 37 sanatçıyı resim, fotoğraf, heykel, video-art ve seramik çalışmalarıyla bir araya getiren sergi, gerçekten de doğrudan ve hatta belki en yüzeysel hali ile kimimizin yaşamak için tükettiği kimimizin ise tüketmek için yaşadığı “yemek”i konu alıyor.
Meltem Gürle Mungan, serginin kitapçığı için hazırladığı metinde “Yemek tali bir şey değildir” diyor. “O, bizim yaşama dair bütün faaliyetlerimizin odak noktasıdır. ‘Öteki’ ile bir olduğumuz anın ifadesi, devamlılığımızın, dış dünyayla bağımızın, bir başka deyişle kolektif bilincimizin tezahürüdür. Ve bütün bunların bir ifadesi olarak resmedilmeyi de hak eder.”
Sergide gerçekten de bu “bağ”ı bize hatırlatan işler ile karşılaşıyoruz. Örneğin Sevil Tunaboylu’nun 2005 tarihli video çalışması “Video çekerken makarna yedim, müzik dinledim”, yemek yemenin olağanlığını ve o olağanlığın içindeki hayatiliğini bize hatırlatıyor. Çünkü sanatçı yemek yerken bir yandan da ağlıyor; yemeğin tadı ile gözyaşlarının tuzu, pek sıradan bir faaliyet hiç de sıradan olmayan o anın kederi birbirine karışıyor.
Hayat ile bağımızın zaman zaman yemek ile şekillendiğini, ya da yemenin “yaşama dair faaliyetlerimizin odak noktası” olabildiğini bize hatırlatan bir diğer çalışma ise Selahattin Yıldırım’ın “Son Yemek” isimli resmi oluyor. Kaç kez yemek yemek bahanesi ile dostlarımızla buluştuğumuzu, yemeğin uzadığı oranda sohbetin derinleştiğini, yemekten alınan zevk kadar paylaşılanların da coşkunlaştığını anlatır gibi gözüken “Son Yemek”, darmadağın olmuş bir masanın ve arta kalanların çağrıştırdıklarını ortaya koyuyor. O “an”ın ortak bir hatırası olarak ilişkilendirilen yemek, mekanı ile özdeşleştiği kadar sözler ile de özdeşleşiyor. Belki söz uçup gidiyor ama yemeğin once hazmedilmesi gerekiyor. Belki de bu yüzden söz bazen “baldan tatlı” olabiliyor.
“Yemek” sergisi, modern sanatın en temel sorunsallarından biri olan temsiliyet ilişkisine de değinmekten geri durmuyor. Mungan yemek yeme faaliyetine şöyle bir bakış atıyor:
Sanatçının “Yemek” İle İmtihanı…”Yeme-içme, her halükarda bir özne-nesne ilişkisi üzerinden açılmak zorundadır. Bu ilişkinin tanımı da (incorporation) içermedir. Başka bir deyişle söylemek gerekirse, yemek öznenin nesnesini “kendileştirme”sinden başka bir şey değildir. Yemeğimizi öğütür parçamız haline getiririz. Ama her özne-nesne ilişkisinde var olan diyalektik burada da kendini gösterir: Özne, nesneyi kendi parçası haline getirirken, kendisi de nesnenin şeklini alır. Ne yersek, o oluruz sonunda.”
Söz konusu özne nesne ilişkisini en belirgin şekilde vurgulayan işlerden biri, belki de birincisi, Veysel Kurucu’nun 2009 tarihli “İmam Bayıldı”sı olarak karşımıza çıkıyor. “İmam Bayıldı”da yemeği pişiren “yemeğin gözü”nden, tencerenin kapağından bize yansıyor. Az sonra nesnesini özneleştirecek olan kişi, bir anda resmin nesnesi haline geliyor. Çünkü bir yandan sanatçı onu resminin nesnesi olarak kullanıyor, ama diğer yandan da özne, en doğrudan şekilde nesnenin –yani yemeğinin- şeklini alıyor.
Tüm bunlarla birlikte “Yemek” sergisi, bu yaşamsal tüketimi vahşetine ile de ilişkilendiren işlere ev sahipliği yapıyor. Sergide karşımıza çıkan çok sayıda kelle-paça, bir yandan Türk sanatçılar ile dolu bu sergide bir “olmazsa olmaz”ı barındırmış oluyor. Ama öte yandan yemeğin, örneğin Temür Köran’ın “Elin Karanlık Yüzü”nde olduğu gibi, kaçınılmaz olarak bir canlının ölümü ve diğer bir canlının yaşamı arasındaki geçişe denk düştüğü anlatılıyor. Bazı “kelle”ler karanlık ve puslu bir ortamda kayboluyor. Kimi işler doğrudan “kemiğine kadar sıyrılmış” bir canlıyı resmediyor, diğer biri ise yemeği neredeyse kişileştirerek tabaktaki küçük başlara karakter kazandırıyor.
Geçtiğimiz İstanbul Bienali’nde “İnsan Neyle Yaşar?” sorusunda verilen “kuru ekmek” cevabı, bu sergide de yineleniyor. Kader Genç’in 2007 tarihli “Ekmek”i yemenin en basit, en yaygın ve elbette insanlar için en doğal şeklini konu ediniyor. İrfan Önürmen’in “Tanrı Misafiri” ise gazete kağıtlarından bir “soğan-ekmek” sahnesini canlandırıyor; aslında yemek yemenin ne kadar basit ama bir o kadar da güç bir şey olduğunu anımsatıyor: “Sonuçta acıkırız hepimiz. Her şeye rağmen ve her koşulda…”
Ama elbette hep çok ciddi bir sergi değil “Yemek”; yemek yemenin verdiği hazza, keyfe ve mutluluğa da yer var. Nilgün Sabar’ın “Frambuazlı Pasta”sındaki 1960’ların grafik anlayışı ya da Mustafa Orkun Müftüoğlu’nun “Kurufasulye”sindeki büyük ölçekli gerçekçiliği sizin karnınızı acıktırmaya yetiyor.
Karşı Sanat’ın “Yemek” sergisinde şu sanatçılar bulunuyor: Süreyya Acar, Fuat Acaroğlu, Murat Akagündüz, Zeliha Akçaoğlu, Cem Arslan, Antonio Cosentino, Başak Çalışır, Fulya Çetin, Kadir Çıtak, Benal Dikmen, Ali Elmacı, Selçuk Fergökçe, Kamil Fırat, Kader Genç, Hakan Gürsoytrak, Taner Güven, Mustafa Horasan, Murat İrtem, Caner Karavit, Yalçın Karayağız, Hürü Kaya, Huri Kiriş, Temür Köran, Ekin Kurucu, Veysel Kurucu, Mustafa Orkun Müftüoğlu, Nnaco, Ceren Oykut, İrfan Önürmen, Eyüp Öz, Zeynep Özdemir, Nilgün Sabar, A. Yonca Saraçoğlu, Şevket Sönmez, Sevil Tunaboylu, Selahattin Yıldırım, Nalan Yırtmaç.